DOLAR 32,5959 0.35%
EURO 34,8154 0.2%
ALTIN 2.508,020,96
BITCOIN 21005461,76%
İzmir
20°

PARÇALI BULUTLU

19:51

AKŞAM'A KALAN SÜRE

X
Cenk Karslı

Cenk Karslı

09 Nisan 2024 Salı

    Ön Liberom Olur Musun?

    Ön Liberom Olur Musun?
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    1988’de oynanan Avrupa Futbol Şampiyonasının final maçından beri televizyondan tüm Avrupa ve dünya liglerinden maçları izlerim. O final maçında Van Basten ikonik bir gol atmıştı, ölene dek o golü unutmayacağım. O gün başlayan farklı ligleri takip etme hastalığım artarak devam etti ve bugün artık Türkiye Süper Ligi ve TFF 1.Lig dışında Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ligini , Avrupa kupalarını, Avrupa Şampiyonasını, Amerika Kupasını, Afrika Kupasını, Dünya Kupasını düzenli olarak takip eden bir futbolsever haline geldim. Geçen 36 sene içinde futbol adına çok büyük değişiklikler yaşandı. Ofsayt ile ilgili, oyuncu değişiklikleri ile ilgili, kaleciye geri pas ile ilgili kural değişikliklerinin yanı sıra teknik ve taktik anlamında da değişiklikler oldu. Bilim ilerledi, antrenman metodları gelişti. Beslenme , spor malzemeleri, zeminler ile ilgili değişimler de oldu. Felsefeler değişti, dizilişler değişti, kulüp yapıları değişti artık taraftar kulüpleri yok olmaya doğru giderken şirketleşmiş, ticari tarafa önem veren kulüpler parlamaya başladı.

    Bütün bu değişimler yaşanırken futbol uzmanlarının değişmeyen bir yorumu vardır ; atanın ve tutanın iyi olacak. Bir grup antrenörün bakış açısı da ; orta sahan kadar yaşarsın. Golü atan, skoru değiştiren oyuncu elbet çok kritiktir hatta özgüveni yüksek maçı tutan kaleci de çok kritiktir ancak modern futbolda bence artık 11 oyuncunun da temel becerileri ve oyun algısı çok yüksek olmalıdır. Orta saha bu anlamda takımın omurgası durumdadır. Arka taraf ile ön taraf arasındaki bağı kuran orta saha oyunun iki yönüne de destek olarak çok belirleyici bir rol üstlenmektedir. Kanat oyuncuların adam eksiltebiliyorsa , kilit pas atabiliyorsa , hücumda çoğalmayı ve savunmada kademeyi biliyorsa çok üretken bir takım oluyorsun ancak ben ön libero olayına çok takılıyorum. Son zamanlarda bir çok takım 4-2-3-1 sistemi ile oynayarak iki ön liberoya yer veriyor. Bu sistem ilk bakışta çok savunmacı çok garantici bir sitem gibi görünse de seçtiğiniz 2 ön libero tipi sizin nasıl bir takım olacağınızı da belirliyor. Ön libero dediğin adam defansif anlamda rakibi karşılar, alan daraltır, kolay kolay oyundan düşmez, temaslı oynar, devamlılığı iyidir, bölgesini kaybetmez. Hücum anlamında da dengeli bir çıkış yapar, topu temiz bir şekilde doğru kişiye aktarır, oyunun yönünü hızlıca değiştirir, defanstan topu alıp üçüncü bölgeye aktarır. Ön liberonun ayak becerisi, algısı ve çevre kontrolü çok iyi olmalıdır. Nerede riske girilip girilmeyeceğinin kararını verme konusunda uzman olmalıdır. Ön liberon yeteneksiz ise üretemeyen , kısır bir takım olursun ve topu hemen kanat oyuncusuna atmaya çalışırsın ki bu da sizi alternatifsiz, kontrol edilebilir bir takım yapar.

    Sevgili antrenör arkadaşlarım, sizden rica ediyorum; 8 yaşından itibaren çocuklara çevre kontrolünü , basit oynamayı, topla dönüş yapmayı öğretin. Yemin ediyorum temeli düzgün olan bu çocuklar çok basit bir oyun tarzıyla ön libero oynayıp milyon liralar kazanırlar.

    Devamını Oku

    DOĞRU SEÇİMLERİ YAPMAK!

    DOĞRU SEÇİMLERİ YAPMAK!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Gündem seçim olunca ben de kulüplerin ve kurumların seçimleri üzerinden bir yazı yazayım dedim. Bazen doğru seçimleri yapmak, mantıklı yolları tercih etmek kulüplerin, kişilerin kaderini etkileyebilir. Bir kulüp yönetimi gelir sizi şampiyon yapmak ya da sportif başarıya ulaştırmak için inanılmaz paralar harcar, başarıya odaklanır ve diğer tüm konuları görmezden gelir sonra başka bir yönetim gelir sportif başarıyı ikinci plana atar ekonomiyi, kulüp düzenini sağlar. Bu iki örnekte taraftar kısa vadede birinci yönetimi çok sever ancak uzu vadede bu yönetim kulübün tarihten silinmesine neden olabilir, canlı örneklerini görüyoruz. Vermiş olduğum ikinci örnekte sportif başarı ikinci plana atıldığından taraftar kısa vadede tepki gösterir ancak zaman gösterir ki kulüp halen yaşamını devam ettirebiliyorsa ikinci örnekteki yönetim sayesindedir. Borçları, mali yapıyı ve altyapı organizasyonunu önemsemeyen kulüpler ya yeni sahiplerinin oyuncağı olmuştur ya da spor tarihinden silinmiştir.

    Futbol süper ligi dahil, basketbol süper ligi dahil, TFF 1. Lig dahil özellikle yabancı futbolculara verilen paraları hepimiz görüyoruz, biliyoruz. Bir yabancı oyuncu almaktan vazgeçilse ve bu bütçe tamamen altyapının gelişimi için harcansa hiç abartmadan söylüyorum iki sene içinde inanılmaz sonuçlar alınır.

    Maddi sorunu olmayan kulüplerin bile zaman zaman altyapı için büyük yatırımlar yaptıklarına şahit oluyoruz halbuki istedikleri kalitede oyuncuyu istedikleri zaman takımlarına dahil edebiliyorlar. Peki neden altyapıya zaman, emek ve para harcıyorlar? Çünkü altyapı demek para kazanmaktan ziyade yakın çevredeki binlerce çocuğun ait olma duygusunu geliştirmek demektir, altyapı demek kulüp için taraftar edinmek demektir, altyapı demek marka değerini arttırmak demektir, altyapı demek kendi kulüp dinamiklerini bilen antrenör yetiştirmek demektir.

    Altyapılarda doğru harcanan paralar kısa sürede meyvesini verecektir. Daha modern tesisler yapmak, daha çok tesis yapmak, fitness salonu yapmak, kaliteli antrenör ile çalışmak, kaliteli malzeme kullanmak, sağlıklı ve düzenli beslenebilmek, iyi şartlarda deplasmana gidip gelebilmek birçok yetenekli sporcuyu kulübünüz çekeceği gibi mevcut sporcunuzun da gelişim hızını ve kalitesini arttırır. Müthiş yetenekli oyuncunuz var ama nasıl beslendiğini bilmiyorsunuz, onu kaliteli bir yemekle beslemek zorundasınız. Çok yetenekli oyuncunuz var ama evindeki dinlenme şartlarını, psikolojik ortamını bilmiyorsunuz, kontrol altına almak zorundasınız. Altyapınızdaki sporcuya kaliteli bir sağlık hizmeti verebilecek maddi güce sahip olmalısınız, okulu ve sosyal çevresi ile ilgili durumları takip edecek altyapı ekibine sahip olmalısınız. Bugün Halk Eğitim Merkezi gibi bir imkan olmasa çoğu kulüp maaş ödeme sorunu yaşar, daha az antrenör ile daha kalitesiz antrenör ile çalışmak zorunda kalır.

    Her açıdan baktığımızda altyapı yatırımı hak eden bir organizasyondur ve ne kadar çok yatırım yapılırsa o kadar çok verim alınır, altyapı zaman gelir kulübü kurtarır, altyapı göz ardı edilecek bir yer değildir. Bu bilinçte olan kulüpler krizleri atlatabilir ve atılım yapabilir aksi takdirde yok olma tehdidi her zaman kapıda bekliyor.

     

    Devamını Oku

    Ne Olacak Bu İşin Sonu!

    Ne Olacak Bu İşin Sonu!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Trabzon – Fenerbahçe maçında meydana gelen olayları çok yönlü düşünmek, farklı bakış açılarından irdelemek gerekir. Bu maçta olan olaylar sadece Trabzon’un ya da Fenerbahçe’nin sorunu değil tüm ülkenin sosyolojik durumu ile ilgili bir sorundur. Bu şiddetin, bu tahammülsüzlüğün temelinde neler var ? Toplumun her alanına sirayet etmiş olan bu şiddet eğilimi hangi önlemler alınarak minimum seviyeye indirilebilir ?

    Konuya Bir Trabzonlu ya da Fenerbahçe düşmanı her hangi bir insan gözüyle bakarsak; zaten galip gelmişsin, zaten deplasmanda istediğini almışsın neden saha ortasında sevinerek mental olarak bitmiş şiddete hazır insanları tahrik ediyorsun deriz.

    Konuya bir Fenerbahçeli ya da tarafsız bir insan gözüyle bakarsak; Trabzonspor da İstanbul’daki maçta saha ortasında sevinmişti, sevinmek her takımın hakkıdır, saha içinde olmaması gereken insanların sahada ne işi var deriz.

    Bu konuda tek tarafı hatalı ya da tek tarafı haklı görmek doğru olmaz. Öncelikle ülke dinamiklerini çok iyi bilmek, taraftar psikolojisinden anlamak ,Türk insanının bölgesel hassasiyetlerini düşünmek gerekir. Düz mantıkla bakarsak Fenerbahçe futbolcusu sahada sevinebilir, en doğal hakkıdır ancak İsmail Kartal veya Fenerbahçe yönetiminden bir yetkili çıkıp ‘’istediğimizi aldık, hadi gelin soyunma odasında sevinelim’’ deseydi büyük bir profesyonellik yapmış olacaktı. Birisinin artık bir büyüklük yapması bir adım atması lazım aksi takdirde bu husumet katlanarak devam edecek. Fenerbahçeli futbolcular belki ceza alacak, belki bu cezalar şampiyonluk yolunda olumsuz etki yaratacak. Bu anlamda galip gelmiş olan yani psikolojisi daha sağlıklı olan tarafın daha olgun hareket etmesini beklerdim.

    Bizim tek derdimiz bu iki takım arasındaki gerginlik değil, bu maç TV’den yayınlanıyor ve onlarca kamera ile takip ediliyor. Diyelim ki emniyet güçleri çabuk müdahale etti, diyelim ki kamera kayıtlarından sorumlular bulunacak peki alt liglerdeki şiddet sorunları ne olacak ? her müsabakada yeterli emniyet mensubu var mı, emniyet güçleri tarafsız mı, kamera var mı yeterli mi? Alt liglerde kim bilir ne baskılar, ne tehditler var.

    Endüstriyel futbol, fanatizmi körükleyerek kazancını arttırabiliyor, Başarısız futbolcular fanatizmi kullanarak kötü performansını maskeleyebiliyor, spor programlarındaki şaklabanlar daha fazla izlenebilmek için her türlü kutuplaşmayı destekleyebiliyor, geçim sıkıntısı vb sosyolojik sorunlar yaşayan vatandaş da patlamaya hazır bomba olduğu için hayatın her noktası şiddete çok açık duruma gelmiş bulunuyor. Tribünler bu anlamda, insanların sürü psikolojisini de arkasına alması ile tam bir patlama alanı olmuş durumda. Şiddete meyilli insanlar nerede boşluk olduğunu çok iyi analiz ediyor ve orada sahne alabiliyor.

    Devletin bu anlamda çok sert ve kişisel anlamda caydırıcı önlemler alması gerekir. Cezaların herkes için uygulanabilir olması şarttır. Ciddi önlemler alınmazsa çok üzücü sonuçlar ile karşılaşırız.

    Devamını Oku

    TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR!

    TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Osmanlı döneminde tahta çıkması muhtemel şehzadelerin muhafızlar tarafından sürekli olarak ev hapsinde tutuldukları yere kafes denirdi. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde saltanatın varlığının sürdürülebilmesi için kardeş katli onaylanmıştır. Yeni tahta geçen sultanın kendisine ileride rakip olabilecek kardeşlerini öldürmesi sıkça yaşanmıştır. Ancak bu uygulama nedeniyle tahtın varisleri azalmış ve Osmanlı soyunun tükenmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır. Olası varislerin ev hapsinde korunmasına kafes sistemi denmiştir ve bu sistem hanedanın sürmesinin güvencesi olmuştur. Bu uygulamanın da kötü tarafı tahta çıkan yeni hükümdarın halktan kopuk olması ve devlet yönetiminden habersiz olmasıdır. Oysa ki şehzadeler eskiden olduğu gibi sancaklara gitse, bir nevi staj yapsa, devlet yönetimini küçük çaplı bir alanda öğrense, sorunları kendi gözüyle görse ve çözse, yaparak yaşayarak öğrenme modeliyle eğitimden geçmiş olacak ve zamanı gelip tahta çıktığında bu tecrübesiyle devleti idare etmesi daha mantıklı olurdu.

    Neden böyle bir giriş yaptım, neden tarih tekerrürden ibarettir dedim ? Günümüzde de kulüplerde, kurumlarda, derneklerde yani yönetenlerin, karar verenlerin olduğu her yerde olası rakipleri yok etme mantığı devam ediyor. Allah’tan artık öldürme, asma, boğma yok , öyle olsa yanmıştık. Şimdi bilerek ve isteyerek organize şekilde güçlü rakibi pasifize etme, lekeleme ve itibarsızlaştırma var. Becerikli olanı, zeki olanı, güçlü ve mücadeleci olanı, doğru karar verme mekanizması hızlı çalışmakta olanı, bilgili olanı, herkes tarafından kabul görmüş olanı seçmediğin zaman kısa vadede isyanlar görürsün çok da uzun olmayan vadede yok olursun.

    Kulüplerde de bunu sık yaşıyoruz. Teknik direktörler yanlarında üst düzey yardımcılar, üst düzey sportif direktörler istemiyor. Tabi ki bunun nedeni de geçmişte yaşanmış ihanetler, darbeler ama bu korkuyla da zayıf kadro kurmak çok büyük yanlış. İtiraz etmeyen , her şeye evet veya haklısınız diyen, koş çantamı getir deyince ses çıkarmayacak olan pısırık teknik adamın koltuğunu tehdit etmeyen vasat adamlardan kurduğunuz kadro ile çok fazla yol alamazsınız. Kaliteli insandan korkmayın, sadece güvenilir olup olmadığını anlamaya çalışın.

    Sportif direktör seçiyorlar; adamın federasyonda tanıdığı yok, menajerler ile sohbeti yok, tanıdığı bir kulüp başkanı yok, hakem camiasından tanıdığı yok, spor akademileri ile bağlantısı yok, transfer için oyuncu bilgisi yok, piyasada dönen ücretlerden haberi yok, kulüp idare etmekten haberi yok, sporcu grubuyla iletişimi zayıf, değişen kurallardan ve yönetmeliklerden haberi yok. Peki bu kardeşimizin ne özelliği var; çok efendi, markete sigara almaya gönderiyoruz ses çıkarmıyor.

    Tarih tekerrürden ibarettir, bu kafes sistemi Osmanlı’nın yıkılmasında başrol oynayan sebeplerden birisidir. Beni rahatsız etmeyeni, beni en çok pohpohlayanı seçeyim derseniz yolda kalırsınız.

    Ne demişler; Hızlı gitmek istiyorsan yalnız git, uzağa gitmek istiyorsan birlikte git. Yol uzun, ekip önemli.

    Devamını Oku

    SPOR ve SİYASET!..

    SPOR ve SİYASET!..
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Küreselleşen dünyada insanlar, dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşen bir etkinliğe anında erişme imkânı bulabilmektedirler. Bu sayede spor ve spor olayları geniş halk kitleleri tarafından izlenmekte, takip edilmekte ve uygulanmaktadır. Bunun sonucunda da spor bir yaşam biçimine dönüşmekte ve halkın tüm kesimleri çeşitli şekillerde spor olaylarının içine çekilmektedir. Bununla birlikte kitlelerin spora olan bu ilgisini değerlendirmek isteyen, ekonomik ve sosyal olarak çıkara dönüştürmeyi arzu eden bir kesim de ortaya çıkmıştır. Yaşamın birçok alanında yer alan ve çeşitli şekillerde bireye katkı sunan sporun ayrıca uluslararası alanda bir toplumun kültürünün tanıtılabileceği çok yaygın bir propaganda ve reklam aracı olduğunu da unutmamak gerekir. Öte yandan spor, elde edilen gelirler bakımından oldukça büyük bir ekonomiyi teşkil etmektedir. Bu özelliklerinden dolayı sporun kapsadığı alan da oldukça genişlemektedir.

    Siyasiler iktidar mücadelesinde sonuca ulaşmak adına dönemin gerektirdiği her imkânı değerlendirmek, her argümanı kullanmak arzusunda olmuşlardır. Bu imkânlardan biri de birçok insanın farklı şekilde ilgilendiği spor olaylarıdır. Üstelik spor yüzyıllardır kitlelerin yaşamlarında var olmuş bir olgudur. Toplumun spora olan ilgisi ile siyasilerin bu ilgiyi kendi çıkarları için kullanarak taraftar toplama çalışmaları ve ayrıca bu uğurda ortaya koydukları çabalar siyasetle sporun iç içe olmasına sebep olmuştur. Siyasiler, spora ,özellikle büyük kitlelerin ilgilendiği dallarına ilgi göstermiş, destek olmuş, sahiplenmiş ve hatta bu alanlarda başarı sağlanması için gayret göstermişlerdir. Bugün başta kulüp yöneticileri, ticari işletmeler, reklamcılar, siyasetçiler ve medya olmak üzere sporun nimetlerinden faydalanan farklı gruplar ortaya çıkmıştır. Özellikle siyasiler tarihin hemen her döneminde sporun destekçisi konumunda bulunarak, elde edilen ve edilecek başarılardan kendilerine pay çıkarmayı ummuşlardır.

    Spor, Ludwig John tarafından ‘yurtsever, hiyerarşik, ve otoriter bir devlet eliyle ulusal birliği örgütleyen bir eğitim aracıdır’ şeklinde tanımlanmıştır. Sporun kitlelerin afyonu olduğunu destekleyen, Francisco Franco’nun, Bernabeau stadyumunu kastederek ‘Bana 150 bin kişilik uyku tulumu yapın’ ifadesi ile, Antonio Salazar’ın ‘Portekiz’i kırk yıl Fiesta (şölen), Fadima (örgütlü din), ve Futbol (3 F) ile yönettim’ sözleridir. Bu ifadelerden, sporun iktidarlar ile kitleler arasındaki ilişkisi hakkında çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Spor, öncelikle siyasal ideoloji tarafından kendi iktidarının meşruiyeti için kullanılmış ve bir nevi propaganda aracı haline getirilmiştir. Bunun en uç örnekleri, Hitler Almanya’sı, Franco İspanya’sı ve Salazar’ın Portekiz’idir. Ayrıca spor, bilhassa da futbol, Latin Amerika ülkelerinde iktidarı ele geçiren askeri idarelerin sıkça kullandıkları bir manipülasyon alanıdır.

    Siyasetçilerin spora karıştıkları kadar destek olmadıkları alınan sonuçlarla ortadadır. Siyasilerin spora olan destekleri özellikle altyapı konusunda ideal seviyede olmadığından elde edilen başarı da sınırlıdır ve beklentileri tam manasıyla karşılamamaktadır. Umarım siyasetçiler bir gün gerçekten spor adına bir şeyler yapmak için plan ve program yaparlar.

    Devamını Oku