Karşıyaka’nın ve onun en büyük marka değeri olan Kaf Sin Kaf’ın onurlu tarihinde iz bırakan, efsane kelimesini hak eden bazı çok özel isimler vardır… Onlar yaşantıları boyunca şan şöhret peşinde olmadı, çıkar peşinde koşmadı, iki yüzlü, riyakar davranmadı, cebindeki son kuruşunu Kaf Sin Kaf’ı için harcamaktan çekinmedi…
O kahramanlardan Hüseyin Serttaş, namı diğer “Boyacı Hüseyin”, 1937’de Karşıyaka Spor Kulübü’nün valilik emri ile Bornovaspor ile birleştirilip Yamanlarspor olduğu dönemde ilk yöneticilik hayatına adım attı.
Kaf Sin Kaf’ı ve yeşil-kırmızılı formayı sırtında taşıyan sporcuları canını verecek kadar sevdi, onlara babalık yaptı, 1954-1955 yılları arasında Suat Karşıyaka’nın başkanlığındaki Kaf Sin Kaf’ın yönetiminde son kez görev aldı…
İşte, Kaf Sin Kaf’ın yönetim kurullarında tamı tamına 18 yıl genel kaptan ve yönetici olarak kulübe hizmet eden, heykeli dikilecek adam, büyük Karşıyakalı, efsane Kaf Sin Kaflı Boyacı Hüseyin’in onur dolu yaşam öyküsü:
Hüseyin Serttaş, Boyacı Hüseyin 1905 yılında Yanya’da doğdu… Babası Yanya’nın önemli sülalelerinden Karakazan’lardan Nuri Bey, annesi Hatice Hanım’dır. Osmanlı döneminde Yanya Valiliği yapan ve daha sonra Atatürk’ün Maliye Bakanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olan Abdülhalik Renda ve ünlü tiyatrocu Macide Tanır (Birmeç) Hüseyin Serttaş’ın kuzenleridir…
Hüseyin Serttaş Karşıyaka’ya Geliyor
Babası Nuri Bey’in Yanya’daki vefatından sonra küçük Hüseyin (Serttaş), 7 yaşında iken amcası tarafından annesi ve iki küçük kardeşi ile 1912 yılında Karşıyaka’ya getirildi. Bütün mal ve mülkleri Yanya’da kaldığı ve kendilerine sadece Karşıyaka’da iki katlı bir ev verildiği için ailenin geçimini sağlamak ailenin büyük çocuğu Hüseyin’e kaldı. Hüseyin, 14 yaşına bastığında badanacı olarak çalışma hayatına atıldı. Çalışkanlığı sayesinde o dönemler Karşıyaka’da tek olan boya ve inşaat malzemesi dükkanının sahibi oldu ve daha sonra müteahhitliğe başladı…
Boyacı Hüseyin, askerliğini 1925’te Doğu Anadolu Bölgesinde jandarma olarak yaptı. Askerliğini yaparken “Şeyh Sait İsyanı” çıktı ve dağlarda isyancı çeteleri ile çarpıştı.
Boyacı Hüseyin Naciye Hanım’a Sevdalanıyor
Askerden terhis olduktan sonra tekrar işinin başına geçti, boyacılığa ve müteahhitliğe kaldığı yerden devam etti.
Boyacı Hüseyin, 33 yaşındayken Karşıyaka Çarşısındaki Rayegan Sokağın girişinde yer alan iş yerinin karşısındaki “Zeytinoğlu Konağı’nın” sahibesi Naciye Hanım’ın aynı ismi taşıyan yeğeni Naciye Hanım’a ilk görüşte vuruldu…Uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü Naciye Hanım 22 yaşındaydı ve İstanköy’den Halası Naciye Hanım’ı ziyarete gelmişti.
Konağın sahibesi Naciye Hanım’ın hali vakti yerindeydi ve o çevredeki dükkanların, aynı zamanda Hüseyin Bey’in iş yerinin de sahibiydi.
Naciye Hanım’ın güzelliğiyle herkesi büyüleyen yeğeni Naciye Hanım’ın talipleri çoktu. Ancak halası, kiracısı Hüseyin Bey’i tercih etti ve çok sevdiği yeğeni Naciye’yi, Hüseyin Bey ile 1938’de nişanladı.
Naciye Hanım çok mutluydu, göz nuru ile hazırladığı çeyizini Karşıyaka’ya getirmek için, o dönemlerde İtalyan toprağı olan İstanköy Adası’na gitti…. Ancak bu arada İkinci Dünya Savaşı patlamıştı. İtalya savaşa girdiği için bütün ulaşım yolları kapanmıştı ve çeyizlerini getirmek için İstanköy’e giden Naciye Hanım Karşıyaka’ya dönemedi.
Savaşın başlamasıyla beraber İstanköy dahil “Oniki Ada” savaş alanı oldu ve müttefik ordularının ağır bombardımanlarına maruz kaldı.
İnsanlar, bomba ve çatışmalar nedeniyle yiyecek ve içecek bulamadıkları için açlıktan ölmeye başladı… Savaşın acıları devam ederken, İstanköy’de büyük bir deprem oldu ve birçok insan vefat etti. Bu arada, İtalya’nın Almanya ile yaptığı ortaklıktan ayrılması üzerine Almanlar “İstanköy” ve “Oniki Ada’yı”da işgal etti… İstanköy Adasını işgal eden Almanlar, İtalyanlardan intikam almak için yakaladıkları İtalyanları kurşuna diziyordu.
Rum Çeteleri de Almanlara karşı terör eylemlerine başlamıştı. Ada halkı, müttefiklerin attığı bombalar, Almanların işgali ve Rum direnişçilerin çatışmalarının ortasında kaldığı için çaresizce yaşam mücadelesi veriyordu.
Tarihteki en büyük ve en yıkıcı savaş olan İkinci Dünya Savaşının, 1945’te sona ermesiyle, Alman orduları İstanköy’den çekildi ve İngiliz askerleri tekrar Ada’yı işgal etti. İngilizlerin İstanköy’deki ilk işi fırınları açıp ekmek çıkarmak oldu…
Ancak, yıllarca süren savaş nedeniyle ekmek üretimi yapılamadığından açlıktan perişan olan halk fırınlara saldırmaya başladı…
Öte yandan, kıtlığın en etkili olduğu savaş günlerinde Naciye Hanım ve ailesi, aileye ait ekilebilen toprakları sayesinde açlık yaşamamıştı. Bombalardan, depremden ve Alman işgalinden de sağ olarak kurtulmayı başarmışlardı.
Bu arada, Naciye Hanım, savaş nedeniyle iletişim kanallarının kapalı olmasından dolayı nişanlısı Boyacı Hüseyin’den 10 yıl boyunca haber alamamıştı… Bu nedenle, “beni çoktan unutmuştur” diyerek nişan yüzüğünü parmağından çıkarmıştı.
Karşıyaka’da ise, savaştan önce İstanköy’e giden Naciye Hanım’ın akıbeti bilinmiyordu… Yaşıyor muydu? Yoksa ölmüş müydü? Bu bir muammaydı…
Boyacı Hüseyin, nişanlısı Naciye’yi çok özlemişti. Zaten, gittiğinden beri onu bir an bile aklından çıkaramamıştı… 1947 yılının sonlarına doğru İstanköy ile ulaşım yolları açıldı. Boyacı Hüseyin, vakit kaybetmeden İngiliz ve Yunan işgalinde bulunan İstanköy Adası’ndaki nişanlısına bir mektup gönderdi. Hasretini ve sevdasını anlattığı mektubunu “Seni çok özledim Karşıyaka’ya geliyor musun Naciye?” diye bitirdi ve İstanköy’e gönderdi.
Naciye Hanım, postacının getirdiği mektubu alınca, okuduklarına inanamadı, gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı, aradan onca yıl geçmesine rağmen, nişanlısı Boyacı Hüseyin, kendisini unutmamıştı yolunu gözlüyordu.
Naciye Hanım, kendisini hasretle bekleyen Boyacı Hüseyin’e zaman kaybetmeden bir mektup gönderdi ve onunla evlenmeye karar verdiğini bildirdi. Naciye Hanım, 1947’nin Kasım ayı sonuna doğru Karşıyaka’ya geldi ve aralık ayı başında Hüseyin Serttaş ile nikah masasına oturdu. Ancak, zaman su gibi akmıştı ve artık, Naciye Hanım 32, Hüseyin Bey ise 43 yaşındaydı.
Boyacı Hüseyin İkiz Çocuk Sahibi Oldu
Evliliklerin tadını çıkaran mutlu çiftin 1948 yılının Kasım ayında ikiz çocukları Tülay ve Hasan Cengiz dünyaya geldi.
Küçük Tülay ve Cengiz, ilkokuldan sonra Fransızca öğrenmeleri için İzmir’deki kız ve erkek öğrenciler için eğitim veren Fransız okullarına gönderildiler. Ancak daha sonra İngilizcenin dünyadaki kullanımının yaygın olması nedeniyle, İngilizce öğreten okullardan Numune Kız Kolejine Tülay’ın, Türk Kolejine ise Cengiz’in kaydı yapıldı…
Ancak, Tülay liseye devam ederken, Cengiz okumak istemedi… Başarılı bir öğrenci olan Tülay, liseyi bitirince, tercihini Ankara’daki Siyasal Bilgiler Fakültesinden yana kullandı. Oradan mezun olunca da Maliye Bakanlığı Hazine ve Milletlerarası İktisadi İş birliği Teşkilatında göreve başladı.
1973 yılında Hazine tarafından Amerika’ya yüksek lisans için gönderildi. Bu arada, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden sınıf arkadaşı Erol Akın ile evlendi, Hüseyin Burak ve Murat Bahadır adlı iki oğlu ve Başak adlı bir kızı oldu… 1985 yılında New York’taki Türk Konsolosluğu’nda Ekonomi ve Ticaret Müşaviri olarak görevlendirildi. 1993 yılında ise Türkiye’nin Malezya’daki Kuala Lumpur Büyükelçiliği’ne Ekonomi ve Ticaret Müşaviri olarak atandı.
1998 yılında, Malezya’da iken Tülay Hanım’ın, orada birlikte yaşadığı annesi Naciye Serttaş vefat etti. 2011’de ise kardeşi Hasan Cengiz’i kaybetti. Tülay Hanım, Hazine Müsteşarlığı’nda 42 yıl çalıştıktan sonra 2013’te emekli oldu.
Kızı Tülay Serttaş Akın, Hüseyin Serttaş’ı Anlatıyor
“Babam Hüseyin Serttaş, son derece karizmatik bir kişiliğe sahip, lider nitelikli ve kendisini yetiştirmiş, birçok konuda bilgi sahibi ve zeki bir insandı. Öyle ki, işyerinde, çoğu kez yazmaya gerek duymadan bütün hesapları kafasından yapardı.
Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenciyken beni hukuk problemleri ile imtihan ettiğini bile hatırlıyorum. Zekâsı ve çalışkanlığı sayesinde küçük yaşta atıldığı çalışma hayatında bir servet kazanmayı başarmıştı.
Atatürk sevdalısıydı, açık sözlüydü, modern düşünceliydi, yumuşak huyluydu, otoriter değil ama ipler her zaman onun elindeydi, biraz da muzip bir yapıya sahipti.
Çok iyi bir gözlemciydi, etrafındakilerin hassas olduğu noktaları yakalar ve yaptığı şakalar tam yerini bulur, son derece inandırıcı olurdu. Şaka yaptığı kişi onun ciddiyetinden hiç şüphe duymaz ve şakayı gerçek sanırdı. Nitekim, babamın bir dükkan komşusuna yaptığı şaka, muzipliğinin en güzel örneklerinden birisidir:
“İkinci Dünya Savaşı yıllarıymış, dükkân komşusu olan milli piyango bayisinin bir motosikleti varmış. O yıllarda devletin savaş nedeni ile özel araçlara el koyacağı dedikoduları almış yürümüş. Komşusu motosikletinin elinden alınacağı korkusunu yaşıyormuş. Bunu öğrenen Babam, sanki bunu hiç bilmiyormuş gibi komşusunun yanında, ‘önemli kişilerden duydum, devlet motosikletleri toplamaya başlıyor’ diyormuş. Başka bir gün ise ‘falanca söyledi motosikletlere bu hafta el koyacaklarmış, hazırlıklı ol’ diye onu uyarıyormuş. Babamın bu duyum ve uyarıları, savaş süresince devam etmiş. Sonunda savaş bitmiş ve tabi ki motosiklete hiçbir şey olmamış. Bunun bir şaka olduğunu çok sonra anlayan kızgın dükkan komşusu bir gün motosikletini babamın dükkanının içine sokmuş ve büyük bir gürültü ile çalıştırarak ‘al işte p……k, al işte motosiklet burada’ diye bağırıyormuş…
Evimizde de babamın şakalarının kurbanı tabi ki annem olur, bizde seyrederek çok eğlenirdik. Annem, babamın bu huyunu çok iyi bildiği halde, her seferinde bu şakalara inanırdı. Babamın yaptığı şakalar nedeniyle onunla beraberken evde hiç sıkılmazdık diyebilirim.
Babam insanlara ayrım yapmaksızın değer veren, sevecen ve cömert bir insandı. Boya almak isteyen ancak parası olmayan bir boya ustasına, parasını ödemeyeceğini bilse bile ona mal verir, gerekçesini ise ‘bu ustanın hayatını devam ettirmesi için iş yapmaya ihtiyacı var’ diye açıklamada bulunurdu.
Liberal yapıda bir baba idi, hiçbir konuda baskı yapmazdı. Kendi kararlarımızı vermemiz için bizi serbest bırakır, maddi ve manevi olarak her zaman arkamızda dururdu… Bu nedenle kardeşim ve ben çok mutlu ve doyumlu bir çocukluk dönemi geçirdik.
Babamı, sık sık yaptığı seyahatler nedeniyle çok özler, uçağa bindiği zaman, ya uçak düşerse ona bir şey olursa diye çok korkardım. Tabii o zamanlar babamın yaptığı seyahatlerin çoğunun sebebinin, Karşıyaka Spor Kulübü’nün Genel Kaptanı olarak takımın başında deplasman maçlarına gitmesi olduğunu bilmiyordum.
Babam Servetini Kaf Sin Kaf Uğruna Harcamaktan Çekinmedi
Karşıyaka Spor Kulübü’nün, babamın yaşantısında çok önemli bir yeri vardı. Annem, babamın Karşıyaka Spor Kulübü’ne olan tutkusunu anlatırken, onun ‘Kaf Sin Kaf uğruna servetini harcamaktan çekinmediğini’ hep söylerdi… Ben ise, annemin sözlerinin abartılı olduğunu düşünürdüm.
Ancak, annemin bu konuyu hiç abartmamış olduğunu, 1984 yılında İzmir’e yaptığım bir iş seyahatinde öğrenme şansım oldu.
O günlerde memuru olduğum Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından, aralarında benim de olduğum yurt dışı görevine gönderilecek Ticaret Müşavirleri için İzmir’in de dahil olduğu birkaç şehirde bilgilendirme toplantıları düzenlenmişti. Bu çerçevede, İzmir’in ihracat ürünleri ile ilgili bilgi almamızı sağlamak amacıyla seminerler, fabrika ziyaretleri ve yemekler düzenlenmişti.
Bu arada İzmir Demir-Çelik Fabrikasının verdiği akşam yemeğinde, iş adamları, Ticaret Müşavirlerinin bulunduğu masalara giderek, kendi iş alanlarındaki ihracat imkanları hakkında bilgi veriyordu. Benim bulunduğum masaya bir iş adamı geldi ve bana ayni zamanda Karşıyaka Spor Kulübü’nün Başkanı olduğunu söyledi. Ben de babam Hüseyin Serttaş’ın da Karşıyaka Spor Kulübü’nün eski Genel Kaptanlarından olduğunu söyledim.
Gazcı Erol, Hüseyin Serttaş’ın Plaketini Kızına Veriyor
Şimdi, Erol Özışıkçılar olduğunu düşündüğüm bu iş adamı, “Sen sahiden Hüseyin Serttaş’ın kızı mısın?” diye sordu… Evet dedim, masadan ayrıldı. Beş dakika sonra elinde bir plaketle çıka geldi, mikrofonu eline aldı ve yemekteki topluluğa, “Karşıyaka Spor Kulübü’nü, mali nedenlerden dolayı üç kez kapanmaktan kurtaran ve büyük hizmetler yapan eski yöneticilerimizden Hüseyin Serttaş’ın kızına kulübüm adına bu plaketi takdim etmekten dolayı onur duyuyorum” dedi. O anda gerçekten şaşırdım, duygulandım ve çok gururlandım. Vefatından üç yıl sonra babam Hüseyin Serttaş için verilen bu ‘Teşekkür Plaketi’ hayatımda aldığım en değerli armağandı.
Babamın Kaf Sin Kaflı Yılları
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Kaf Sin Kaf mali çıkmaza girdiğinde kulübün kapatılması gündeme gelmişti, babam buna şiddetle itiraz etti. Kapatılmak istenen kulüp Atatürk’ün 1925 ve 1926 yıllarında ziyaret ederek destek verdiği ve onurlandırdığı kulüptü ve Hüseyin Serttaş onun kapısına kilit vurulmasına asla izin veremezdi.
Boyacı Hüseyin Kaf Sin Kaf’ın kurtuluşu için orta halli ve çalışan insanlardan oluşan binlerce Karşıyakalıyı çarşıdaki dükkanının önünde topladı. Burada, öncelikle yeni bir yönetim, yeni bir bütçe ile yola çıkılmasını önerdi, toplantı sonrası yaratılan kaynak ile borçlar ödendi, kulübün yeniden ayağa kalkması sağlandı.
Hüseyin Serttaş, 1937 yılından başlayarak, 1955 yılına kadar Karşıyaka Spor Kulübü’nün yönetimlerinde, genel kaptan ve yönetici olarak, 18 yıl boyunca hizmet vermiştir. Babam Karşıyaka’yı ve Kaf Sin Kaf’ı çok seviyordu. Ona göre KSK, Karşıyaka’nın ruhunu temsil ediyordu ve bu nedenle sahip çıkılması, yaşatılması gereken çok önemli bir simgeydi. Bu sebepten, yoğun çalışan bir iş adamı olmasına rağmen, uzun yıllar kulüpte yöneticilik görevini yürütmüştür. Yöneticiliğini yaptığı kulübün yaşamasını ve başarılı olmasını sağlamak için büyük çaba harcamış, bu uğurda maddi ve manevi olarak her türlü fedakarlıkta bulunmuştur.
Babam için Kaf Sin Kaf o kadar önemliydi ki, annemin anlattığına göre ‘CHP delegesiyken, milletvekilliği teklifi almış ancak Kaf Sin Kaf’ını bırakamadığı için’ bu teklifi reddetmişti.”
Babam Kaf Sin Kaf’ın sadece futbol takımıyla değil yelken, güreş, gibi diğer spor dallarıyla da ilgilenmişti.
Nitekim, göçmen bir ailenin çocuğu olan ve henüz orta okul öğrencisi iken keşfedip Karşıyaka Kulübü’nün Güreş Takımı’na aldığı ve yetiştirilmesine emek verdiği Muharrem Candaş’ın Dünya Güreş Şampiyonu olduğunu övünçle anlatırdı.
Ekonomik Kriz Babamı Batırdı
Babam, çok çalışkan bir insandı, yaşlanmaya başlamasına rağmen müteahhitliğe başarıyla devam etti… Ancak 1970’lerin ortalarında ülkemizde yaşanan ağır ekonomik kriz sonucunda inşaat malzemelerinin fiyatlarında büyük bir artış oldu, bina maliyetleri de aşırı derecede arttı. Bu maliyet artışı, onun yaptığı inşaatları da etkiledi, ancak babam, büyük fiyat artışlarını, önceden belirlenen bir fiyatla anlaştığı daireleri alanların karşılayamayacağını biliyordu.
Bu fiyat artışlarını alıcılarına yansıtmaya vicdanı el vermedi, kendisi karşıladı ve evlerini söz verdiği fiyattan sahiplerine teslim etti. Ancak, sonuçta kendisi de ekonomik olarak battı ve dişiyle tırnağıyla kazandıklarını kaybetti.
Uzun yıllar onca emekle elde ettiği servetinin aniden yok olması, yaşadığı kederli günler, onun sağlığını olumsuz olarak etkiledi ve sevgili babam, 1981 yılında 76 yaşında iken beyin kanaması sonucunda vefat etti. Bana göre bu, çok erken bir veda idi ve torunlarının sadece birini görebilmişti.
Babamın uzun yıllar Karşıyaka’ya ve Kaf Sin Kaf’a hizmet etmesinin verdiği onur ve şeref bana ve çocuklarıma bıraktığı en büyük mirastır. Karşıyaka sevdalısı babam Hüseyin Serttaş, benim ve ailemin her zaman gurur kaynağı olacaktır.”
Tahir Türetken, Anlatıyor:
Biz bu kulübün kapısına kilit vurdurmayacağız!..
Tarih 24 Ocak 2013 Kaf Sin Kaf, yine ekonomik olarak sıkıntılı günlerden geçiyordu. Karşıyakalıların eniştesi Erkin Usman, dönemin Divan Kurulu Başkanı Tahir Türetken’e gazetedeki köşesinde bu sıkıntılı durumdan nasıl çıkılacağını sordu…
İşte Tahir Türetken’in Erkin Usman’a verdiği cevap:
“Karşıyakalıların Tahir Abisi, ‘şimdiki krize’ benzer, hatta daha büyüklerini yaşamış bir köklü Kaf-Kaf…”
Tahir Abi diyor ki:
“Böyle bir krizi İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçirmiştik. Karşıyaka’nın büyük büyük adamları, bu kulübün lüzumsuz olduğunu, kapatılması gerektiğini savunurken, çarşıdan bir ses geldi.
O ses “Biz bu kulübün kapısına kilit vurdurmayacağız” diyordu. O ses binlerce insanı çarşıdaki bir boyacı dükkanının sokağına topladı. O sesin sahibi boyacı Hüseyin’den başkası değildi.
Yani Hüseyin Serttaş...
Tahir Abi’nin anlattığına göre, o kalabalığın çoğunluğu işinde gücünde olan insanlardı. Aralarında zengin kimse yoktu. O birlik ve direniş Karşıyaka Spor Kulübü’nü sırtında taşıdı”.
Karşıyaka sevdalısı, heykeli dikilecek adam, büyük Kaf Sin Kaflı Boyacı Hüseyin 22 Temmuz 1981’de aramızdan ayrıldı ve Soğukkuyu Mezarlığı’na defnedildi. Mekanı cennet olsun.
Ahmet Diker
VEFAT
30 Aralık 2024ÖNE ÇIKAN HABERLER
30 Aralık 2024İZMİR
30 Aralık 2024GÜNDEM
30 Aralık 2024KAF SİN KAF
30 Aralık 2024KARŞIYAKA HABERLERİ
30 Aralık 2024KARŞIYAKA HABERLERİ
30 Aralık 2024