Ahmet Ak’ın çalışması olimpiyatların geçmişten günümüze kadar kat ettiği mesafeyi ve bu yolculuk esnasında yaşanan gelişmeleri öğrenmek isteyenler açısından bir başucu kitabı niteliği taşıyor
Başlık Dünden Bugüne Olimpiyatlar kitabının sahibi Ahmet Ak‘a ait. Eski milli güreşçimiz Ahmet Ak, aktif spor yaşantısı sonrasında sporla olan bağlantısını spora dair eserler yazmak suretiyle devam ediyor. Hatta ülkemizde az bulunan bir anlayışın temsilcisi olarak alanın içerisinden gelen bir kişilik olarak sporun önemini ve etkisini kamuoyu ile paylaşmayı sürdürüyor. Bu kapsamlı çalışmada da tıpkı daha önceki çalışmalarında olduğu gibi okuyucularını yoğun bir bilgi hazinesinin içerisine sokmak suretiyle onların hem yeni alanları öğrenmelerini sağlıyor hem de arkadan geleceklerin önünü açmış oluyor. Olimpiyatlar, evrensel insanlık mirasının en önemli alanlarından bir tanesi olarak her daim ilgi çeken sportif etkinliklerdir. Ancak olimpiyatların bunun çok daha fazlasıdır ve olimpik hareketler ile olimpizm aynı zamanda bir yaşam felsefesinin de adıdır. İşte bu çalışmada bu yaşam felsefesinin antik yunandan başlayarak nasıl bir yol kat ettiğini farklı bir açıdan öğrenmiş oluyorsunuz.
Olimpiyatlar, günümüzün en büyük spor organizasyonlarıdır ve modern anlamda başladığı andan itibaren var olan ekonomik düzenin yansıdığı bir alan olarak da önem kazanmışlardır. Bu açıdan olimpiyat oyunlarının ve burada yarışma şansı verilen alanların Avrupa merkezli olması gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur. Öte yandan olimpiyatlar küreselleşen dünyanın bir araya gelmesinde ve küresel sermayenin dolaşımında da etkili bir alan olarak dikkat çekmektedirler. Kitabın birinci bölümünde antik olimpiyat ve diğer dönem oyunları ele alınmaktadır. “Spor, başından beri Yunan kültürünün bir parçasıydı… Olimpiyat oyunları Yunan şehir devletlerinde yapılan tek spor etkinliği değildir. Roma, Napoli, Odessus, Antakya ve İskenderiye gibi yaklaşık 150 şehirde de benzer festivallerin düzenlendiği de bilinmektedir. M.Ö. altıncı yüzyıldan itibaren bu şehir oyunlarından dört tanesi kendilerini daha geniş ve daha uluslararası nitelikleriyle öne çıkmıştır. ‘Çelenk Oyunları’ diye adlandırılan oyunlardan Olimpiyat ve Pythian oyunları, her dört yılda yapılmıştır. Bu oyunlardan Olimpiyat Oyunları Zeus’un onuruna düzenlendiği için en büyük ve en önemli olan oyundu“(s.14-15).
Olimpiyat oyunları sadece erkeklerin yarıştığı ve izlediği oyunlar olarak da dikkat çekici etkinliklerdir. Çünkü “Yunan spor oyunlarının çarpıcı bir özelliği sporcuların çıplak egzersiz yapmasıdır… Olimpiyat yarışlarında kadın yarışmacıların sporcu olarak yer almaması hatta seyirci bile olamamasından ve katılanlarında ölümle cezalandırılmalarından dolayı Yunanlı kadınlar, İsthmian, Nemean, Phytian gibi diğer dönem oyunlarına katılımcı olarak yoğun bir ilgi göstermişlerdir. Burada kadınların bikini olarak tanımlayacağımız iç çamaşırları ile yarışmışlardır… Olimpiyat oyunlarının ülke adı yerine organizasyonun düzenlendiği şehrin adı ile anılması Antik Yunan’ın şehir devleti konseptinden gelmektedir“(s.16-17). Kitap boyunca antik Yunan olimpiyatlarına ilişkin son derece önemli bilgiler okuyuculara sunulmaktadır. “Yarışlara katılanların çoğu günümüzde olduğu gibi profesyonel sporculardı. Tüm uğraşlarında sporcuların uzman antrenörler, masörlerden yardım almışlardır. Sporcuların yemek yeme düzenleri de yine yarışmalar çerçevesinde şekillenmektedir. Olimpiyat yemininde sporcular hile yapmamaya yemin etmekteydiler. Olimpiyatlar için olimpik konseyin yanı sıra organizatörler ve yöneticiler de söz konusuydu“(s.19-23).
Olimpiyatları niteleyen en önemli özellik olimpiyat barışı ve olimpiyat kardeşliği ifadeleridir. Oyunlar süresince kutsal ateşkes devreye sokulur ve silahlar susardı. Birinci gün yemin eden sporcular, ikinci gün yarışmaya başlarlardı. “At yarışları dört araba, iki atlı araba ve binicili at yarışları şeklinde uygulanmıştır. Pentatlon denen ve M.Ö. 708 yılında programa dahil edilen koşu, uzun atlama, disk atma ve güreş gibi beş spor dalından oluşan kategori Yunanca’da ‘Penta’ (beş) anlamına gelen kelimeden gelmektedir“(s.24-26). Öte yandan koşu, en eski ve en önemli olimpik spor dallarından birisidir. “Stadion (hız koşusu), Diaulos koşusu, Doliços koşusu, Zırhlı koşu, Meşale taşıma yarışı-ki bu yarışma 1936’da olimpiyat ateşinin yakılması için ilham kaynağı olmuştur-Oyunlarda maraton gibi daha uzun mesafeler koşulmamıştır. Maraton koşusu antik yarışmalarda yoktu. Modern olimpiyatlarda olimpiyat koşusu uyarlanarak uygulanmıştır“(s.28-30). Antik oyunlarda dövüş yarışmalarına da yer verilmiş olup, güreş, boks ve pankreas(güreş ve boksun bir kombinasyonu) uygulanan üç spor dalıdır.
Olimpiyatlarda başarı kazanan sporcular kendi siteleri tarafından ödüllendirilirlerdi. “Olimpia’da sporcu vücudunun kusursuzluğuyla tanrılara saygısını gösterir ve bunun karşılığında da zeytin dalından yapılma tacını alırdı. Eve döndüğünde de onurlarla ve dönemine göre değişen ödüllerle donatılırdı. Örneğin, vergiden muaf tutulan bir ev verilirdi, halka ait her yerde onun için her zaman bir yer ayırtılmış olarak tutulurdu, onuruna heykel dikilirdi…Antik olimpiyat oyunlarının ruhunda yer alanlar ise; Ateşkes, Onur ve Dürüstlük, Estetik, Fiziksel Yeterlilik, Sağlıklı Zihin, Kişilik Gelişimi, Sanat, Fair Play, Mükemmelliğe Ulaşma Çabası“(s. 32-33).
Kitabın ikinci bölümü modern olimpiyat oyunlarına ayrılmıştır. Baron de Coubertin tarafından 19. yüzyılın sonlarında modernize edilen Yaz olimpiyat oyunları 1896 yılından bu yana dünya savaşları dışında her dört yılda bir yapılmıştır. Kış oyunları ise 1924 yılından bu yana yapılmaktadır. 1894 yılında Paris’te yapılan kongrede Coubertin’in oyunların yeniden canlandırılması önerisi kabul görmüş ve kongrenin sonuç bildirgesinde şu kararalar alınmıştır:
“-Olimpiyatlar, eskiden olduğu gibi her dört yılda bir yapılacak.
-Olimpiyatlar, Klasik Yunan’da olduğunun aksine tam dünya sporcularına açık olacak ve yarışma programı, günün sporlarını içerecek.
-Yarışmalarda sadece büyükler yer alacak.
-Amatörlük kuralları, kesinlikle uygulanacak.
-Olimpiyat organizasyonu ‘gezici’ olacak ve her olimpiyat başka bir ülkede yapılacak.
Bu sonuç bildirgesiyle Atina’da olimpiyatları organize etmek için Uluslararası Olimpiyat Komitesi(IOC) kuruldu. Komitenin ilk başkanı olarak Yunanlı iş adamı ve yazar olan Demetrius Vikelas seçilerek 1894-1896 yıllarında IOC başkanı olarak görev yaptı“(s.38). Dünya Olimpiyat Komitesi başkanlığını kurumun dokuzuncu başkanı olarak Alman Thomas Bach sürdürmektedir. Kitap içerisinde olimpiyatlara nasıl aday olunacağı ve hangi süreçlerden geçilmekte olduğuna ilişkin bilgiler de yer almaktadır.
Üçüncü bölüm Olimpizm kavramına ve olimpik harekete ayrılmıştır. Olimpizm bir yaşam felsefesidir (Türkiye’de bu kavram konusunda en fazla kafa yoran sevgili hocamız Prof.Dr. Atilla Erdemli’ye katkılarından ötürü saygılarımı sunarım). “Olimpizmin amaçlarından bir diğeri de insanı eğitmek, karakterini ve ahlakını kuvvetlendirmektir… Olimpizm bir ruh halidir, hayat tarzıdır, insanlık görüşüdür, asalet ve tertemiz ahlak okuludur. Çıkarsız ideal inancıdır. Ayırt etmeden, ötekileştirmeden tüm dünyayı kucaklar. Karşılıklı saygıyı, işbirliğini ve tüm insanlar arasında arkadaşlığı, karşılıklı anlayışı amaçlar“(s.56). Modern olimpiyatların kurucusu olan Baron de Coubertin’e göre ‘Olimpiyatlardaki en önemli unsur kazanmak değil, katılmaktır. Yaşamdaki en önemli unsur zafer değil mücadeledir. Önemli olan birinci gelmek değil, sonuna kadar savaşabilmektir“. “Olimpiyatların amaçlarını simgeleyen Citius, altius, fortius daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü ifadeleri Baron de Coubertin’in Rahip Didon’dan alarak modern olimpiyat oyunlarını düzenlerken kullandığı çarpıcı bir slogandır. Bir diğer Coubertin sloganı ise ‘athlatae proprium est, se ipsum norcere, ducere et vincere'(sporcu olmanın temel özelliği, kendini tanımak, kendini yönetmek ve kendini aşmaktır)”(s.59). Olimpizmin en önemli özellikleri ise: Hoşgörü-Eşitlik-Arkadaşlık-Diğerleri için Saygı-Dayanışma-Fair Play-Birliktelik-Ayrımcılık Yapmama-Karakter Gelişimi’dir.
İnsanlık tarihinin en eski kurumlarından birisi olan sporun, olimpiyatlar ile kurmuş olduğu ilişki içerisinde ortaya çıkan olimpik hareket, her açıdan büyük bir birikimin yansımasıdır. 19. yüzyılın son çeyreğinde dünyanın bütünleşme sürecinde olimpiyatların yeniden diriltilmesi gündeme getirilmiş ve sanayileşme rüzgarı olimpik hareketin sınırlarının genişlemesine katkıda bulunmuştur. Öte yandan amatörlük koşulu ile başlayan sistem zaman içerisinde politik baskıların yanı sıra ticarileşme tehlikesiyle de boğuşmak zorunda kalmış ve 1988 olimpiyatlarında profesyonellerin yarışmalarına izin verilmiştir.
İçinde bulunduğumuz olağanüstü günler olmasaydı 2020 Tokyo Olimpiyatları’nı daha fazla konuşuyor olacaktık. Oyunların ertelenmesi sonrasında en azından kitabın içerisinde belirtilen olimpiyat ritüellerinin neler olduğuna bakmak belki de bu yıl yaşayamayacağımız büyük heyecanı hatırlatmada küçük bir vesile olabilir. Yunan ekibi her zaman stadyuma ilk giren ülke konumundadır ve en son giren ülke ise organizasyona ev sahipliği yapan ülkedir. Olimpiyat meşalesi 1936 yılından bu yana her dört yılda bir yeniden yakılıyor. “Olimpiyat bayrağı beyaz zemin üzerine iç içe geçmiş beş ayrı renkteki halkalardan ibarettir. Dünyanın beş kıtasını temsilen, insanları dostluk ve sevgi bağları ile birbirine bağlamayı simgeleyen bayrağın üç halkası üstte, ikisi alttadır. Üstteki üç halka soldan sağa doğru mavi, siyah ve kırmızıdır. Alttaki halkalar ise soldan sağa sarı ve yeşildir“(s.69-70). Olimpiyat oyunlarının açılış seremonisinde bütün sporcular hep birlikte olimpiyat yemini ederler. “Olimpiyat oyunlarında ülkemin şerefi ve sporun zaferi için olimpiyat kurallarına uyacağımıza, dürüst bir şekilde yarışacağımıza ve gerçek sportmenlik ruhu içinde mücadele edeceğimize ve sporun ihtişamı ve takımlarımızın onuru adına and içeriz”(s.71). Kitabın içerisinde olimpiyat marşı, olimpiyat madalyası, madalya törenleri, kapanış töreni hakkında da kapsamlı bilgiler yer almaktadır.
Beşinci bölüm olimpiyatlarda kadınlara ayrılmıştır. Baron de Coubertin her ne kadar modern olimpiyat oyunlarının yeniden kurulmasını öneren kişi olarak gösterilse de aynı kişinin kadınların yarışmaması fikrini ısrarla savunduğu gerçeğini de unutmamız gerekiyor. Her ne kadar Dünya Olimpiyat Komitesi üyeleri bu fikri benimsemeseler de kadınların oyunlar içerisindeki sayısal dağılımı erkeklerin çok ama çok gerisinde kalmıştır. “1900 Paris olimpiyatlarından 2016 Rio olimpiyatlarına kadar oyunlara 166796 sporcu katılmıştır. Katılımcı sporcuların 121.388’ini erkekler oluştururken, 45.408’ide kadın sporculardan oluşmuştur”(s.74). Sporun inşa edilmiş bir alan olduğu gerçeği olimpiyat oyunlarına katılan erkek ve kadın sporculardaki büyük eşitsizlikte de görülmektedir. Tabii bu durum buzdağının sadece görünen yanını oluşturmaktadır. Tüm dünyada başta medyada görünürlük olmak üzere sporun bütün alanlarında kadınlar, erkeklere oranla ayrımcı bir yaklaşıma uğramayı sürdürmektedirler. IOC yönetim kurulundaki kadın üye sayısı bile 2017 yılında ancak %30’a ulaşabilmiştir.
Altıncı bölüm olimpiyatlara katılan ülkelere ayrılmış olup bu bölümde Amerika ve batılı ülkelerin diğer ülkelerle olimpiyat düzeyinde rekabet etme konusunda daha avantajlı olduğu da anlatılmaktadır. “Ülkelerin oyunlarda kazandıkları madalyaları ve nüfus oranlarını karşılaştırdığımızda Batı ülkeleri daha avantajlı durumdadır. Çünkü olimpiyat oyunlarının ilk gününden beri Batı ülkelerinin çoğunluğu oyunlara katılmışlardır. Burada batı ülkelerini başarılı kılan en önemli faktör, ülke ekonomisi, eğitim ve nitelikli insan unsuru ve olimpiyatlarda yarışması olan branşların çoğunluğunun Batı orjinli olması olarak karşımıza çıkmaktadır“(s.98). Yedinci bölüm olimpiyatlarda ülkelerin branşlara göre madalya dağılımlarına ayrılmıştır. Burada bütün branşlara ilişkin son derece ayrıntılı tablolar yer almaktadır. Sekizinci bölümde ise üçten fazla madalya kazanan sporcular listesi verilmektedir ki bu listede toplamda 28 madalya ile Amerikalı yüzücü Michel Phelps yer almaktadır. Kitabın dokuzuncu bölümü olimpiyatlarda halen tartışılmaya devam eden madalya sıralama yöntemlerinin neler olduğuna ilişkindir.
Onuncu bölüm ise Türk sporunun olimpiyatlardaki başarı düzeyini ortaya koymaktadır. “Olimpiyatlarda alınan madalyaların yaklaşık yüzde 70’i Güreşten alınması, Türkiye özelinde sporun, futbolla özdeşleşmesine karşın olimpik açıdan güreşle özdeşleştiğini ortaya koymaktadır. Alınan toplam madalya sayısında ise en çok madalya 1948’de Londra olimpiyatlarında, en çok altın madalyanın ise 1960 Roma olimpiyatlarında alındığı gözükmektedir“(s.184). Bu bölüm içerisinde ülkemizin devşirme sporcularının yanı sıra ödül sistemimiz de mercek altına alınmaktadır. Ödül miktarının yüksekliği beraberinde doping problemini de getirmektedir, 2012 Londra olimpiyatlarında yaşadığımız başarının ardından gelen süreç son derece can sıkıcı olmuştur. On birinci bölüm paralimpik oyunlara ve Türkiye’nin başarısına ayrılmıştır. Paralimpik oyunlar, çeşitli engelli gruplarından sporcuların katıldığı çok sporlu etkinliktir. 1960 yılında başlayan paralimpik oyunlarına Türkiye 1992 yılına kadar katılmamıştır. İlk madalyasını 2004 yılında kazanan Türkiye, daha sonra katıldığı üç olimpiyat organizasyonunda da madalya kazanmayı sürdürmüş ve toplamda yirmi üç madalya kazanmıştır.
Kitabın on ikinci bölümü spor bilimlerinin ve teknolojilerinin olimpiyatlara olan etkilerine ayrılmıştır. Burada da farklı olimpiyatlarda gerçekleşen teknolojik uygulamalardan örneklere yer verilmektedir. On üçüncü bölüm olimpiyat oyunlarının maliyetleri üzerinde durmaktadır. Burada olimpiyatların siyaset ile olan bağlantısına ilişkin örnekler bulunmaktadır. 1980 Moskova ve 1984 Los Angeles Olimpiyatlarının nasıl boykot edildikleri yine bu bölümde ele alınmaktadır. Ayrıca bir dönemin iki süper gücü olan ABD ve SSCB arasındaki rekabetin olimpiyat oyunları üzerinden nasıl gerçekleştiği de burada tartışılmaktadır.
On dördüncü bölüm olimpiyat oyunlarına talip olma ve olimpiyatların yarattığı mali tabloyu gözler önüne sermektedir. Bu bölümde 60 Müslüman ülkenin toplamda sadece 501 madalya kazandığı ve halen bir olimpiyat düzenleme şansını yakalayamadığı da belirtilmektedir. Kitabın son bölümünde alternatif olimpiyatlar ve olimpiyatların geleceği tartışılmaktadır. Brian Martin’in olimpiyatların kaldırılmasına ilişkin on bir nedeni şu şekilde belirtilmiştir: Milliyetçilik-Ticaretcilik-Rekabet-Yüksek Bahisli Rekabet-Erkek Egemenliği-Irkçılık-Şiddet-Ünlülük-Teknolojik Yoğunlaşma-Seyircilik ve Hükümet Baskısı. Olimpiyatlardaki değişim stratejileri olarak ise şu şekilde sıralanmaktadır: Olimpiyat oyunları reformu-Oyunları siyasi mücadele için kullanılması-Olimpiyat oyunlarına meydan okunması(s.248-253).
Ahmet Ak’ın çalışması olimpiyatların geçmişten günümüze kadar kat ettiği mesafeyi ve bu yolculuk esnasında yaşanan gelişmeleri öğrenmek isteyenler açısından bir başucu kitabı niteliği taşıyor. Son derece kolay okunan ve içerisindeki bilgilerin dışında orijinal fotoğraflarla da güçlendirilen bir metin var karşınızda. Öte yandan olimpiyatlara sık sık aday olan ülkemizin kendi sınırları içerisinde yapılan Antakya ve Efes antik kentlerindeki organizasyonları özellikle de Antakya’daki olimpiyat oyunlarını bundan sonraki başvurular için kullanması son derece önemli bir argüman olacaktır. Bu topraklarda yüzyıllar önce sporun beşiği olarak icra edilen olimpik hareket ile bugünü buluşturmak son derece özgül olan köprü olma sloganını da destekleyecektir.
Minyatür kale futbol oynamayı bana öğretenlerin başında gelen ve yıllarca keyifli futbol sohbetleri yaptığımız değerli ağabeyim Kemal Kaptan’ı bu olağanüstü zamanlarda kaybettik. Nurlar içinde yatsın, Allah rahmet eylesin. Tüm sevenlerinin başı sağ olsun.
Ahmet TALİMCİLER
VEFAT
22 Aralık 2024ÖNE ÇIKAN HABERLER
22 Aralık 2024İZMİR
22 Aralık 2024GÜNDEM
22 Aralık 2024KAF SİN KAF
22 Aralık 2024KARŞIYAKA HABERLERİ
22 Aralık 2024KARŞIYAKA HABERLERİ
22 Aralık 2024