İstanbul “asırların çetelesi” ni tutan bir şehirdir… Ayasofya 1453 tarihinde İstanbul’un Fethi öncesinde Bizans’a, sonrasında Türklere yoldaşlık etmiş dünya uygarlığının en değerli tapınaklarındandır. Gerek Türklerin gerek Hristiyanların her dönem ele geçirmek istedikleri bir tatlı düştür. Yunan işgalinde işgalciler Ayasofya’yı hayal etmişlerdir hep… Ayasofya’nın kiliseye dönüştürülmesini, Bizans’ın diriltilmesini de…
İzmirli Türkler İzmir’in ve vatanın düşman işgalinden kurtarılmasının hemen ardından 11 Eylül 1922’de Ayasofya fotoğrafını taşıyarak gösteri yapmışlardı…
Mukaddes Abideler içerisinde yer alan Ayasofya, bir inanışa göre dünyanın dört mukaddes abidesinden birisiydi… Ayasofya 1934 öncesi yani müze statüsüne geçmeden önce de o dönemin basınından takip ettiğimizde müze gibi ziyaret edilebiliyordu. O dönemin devlet adamları, komutanlar, seyyahlar, yurtdışından gelen misafirlerin ziyaretleri boy boy gazetelerde haberleştirilmişti. Ayasofya’yı ziyaret edenler bu tapınak dışında diğer camileri de gezmekteydi.
1929 senesinde Türk Vatanının kurtarıcısı, Ayasofya’nın kilise olmasını engelleyen Gazi Mustafa Kemal Paşa, Sultanahmet Camisi’ni ziyaret ettiği gibi Ayasofya Camisi’ni de ziyaret etmişti. Bu ziyaretinde Kayyum Mehmet Efendi’den Ayasofya Türklerin eline geçtiğinde ne gibi tesisat yapılmış olduğunu sormuşlardı. Sonrasında Ayasofya’da halk arasında kahvesini içmiş, halkla sohbet etmişti.
Özellikle 1929 senesinde Ayasofya Camisi’nin kurşunlarını çalan hırsızlardan epeyce bahsedilmekteydi. “Kurşun Hırsızları” camiye rahat vermemekteydi. Bu da ciddi bir sorundu ve müzeye dönüştürülmesi de bu anlamda bu mabedin korunmasını sağlamıştı. Ayasofya müzeye dönüştürülünce belirli bir ücret karşılığı ziyaretine izin verilmişti. 1934 yılında 11.5 kuruş ücret alınmaya başlanmıştı…
Ayasofya’nın camii olarak kullanılmasının bence bir sakıncası yok ama bunun destekleyenlere Müslüman, karşı çıkanlara Hristiyan denilerek yapılan yakıştırmalar ve eleştirilere hainlik damgası vurulması, bu olayın yansıtılış biçimi ciddi sıkıntılar içeriyor…
Ayasofya söz konusu olunca konuşulması gereken bir konu aslında şuydu: Ayasofya dahil ülkemizdeki pek çok müze ve ören yerinin gişelerinin işletme hakkının İsviçre ve Yahudi kökenli Sicpa Turkey firmasında olması…
Ve insanı çok rahatsız eden bir durumda şu Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği İstanbul’u düşman çizmeleri altından kurtaran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğinde, mülkiyetinde bulunan bir yerin yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü müzeye dönüştürülmesi olayını tarih ve vicdana sığmayacak şekilde sadece günlük menfaatleri için kullananların, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucularını “ihanet ettiler” gibi sözlerle hedef alanların büyük yıkım yaratmaları… Tarih onları affetmeyecektir.
Ayasofya’nın müze statüsünün kaldırılması sonrası ilk namazın 24 Temmuz tarihinde yapılması da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapu senedi olan Lozan’ın imzalanmasının gününe denk getirilmesi de kabul edilmez bir durumdur. Artık Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti’ni yarıştırmanın, karşı karşıya getirmenin, mevcut devleti yıkıp Osmanlı’yı ihya etmenin hiçbir mantıklı yanı yoktur. Eğer yapılan kuru hamasetten kaynaklıysa da bu toplumu bölmekten, devleti zayıflatmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.
Ayasofya’nın önünde bir densizin Atatürk’ü koruma kanununa yönelik yapmış olduğu provakatif olay da endişe vericidir. Toplumun yine bir olay üzerinden bölünmesi ise üzüntü vericidir. Müze statüsünde kalmasını isteyenlerin hepsinin Yunan tohumu olduğu sözleri de cami statüsünde kullanılmasını isteyenleri aşağılamanın da getirildiğimiz durumu net biçimde göstermektedir.
Her tarafta da kötü niyetli insanlar bulunmakta ve bu olayı kullanmaktadır. Yunan faşistlerinin Selanik’teki Atatürk evini soykırım müzesine dönüştürme talebi ciddiye alınmasa da üzüntü veren bir gelişmedir. Rusya, Vatikan, Almanya vs. emperyalist güçlerin camiye dönüştürme olayını desteklememeleri ise doğal bir gelişmedir.
Ama buradan bazılarının müze statüsünü destekleyenleri Rusya, Vatikan, Yunanistan, Almanya yanlısı olarak görmeleri ise tamamen bölündüğümüzün kanıtıdır.
Camileri genelev gibi yapılabilecek en kötü amaçlarla kullanabilecek olan Yunanistan’ın 18 adamızı işgal etmesine ses çıkarmayan, Fener Rum Patrikhanesi Ekümenik ifadelerinin yer aldığı yayınlar yaptığında tepki vermeyen bir siyasi anlayışın bu konuyu kullandığı da açıkça bellidir.
Ve o büyük insanın imzasının bulunduğu 1934’te alınan bakanlar kurulu kararıyla ne kadar doğru bir karar verildiği de görülmektedir. Atatürk Helen, Batı iddialarına karşı Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumunu açarak, arkeoloji, antropoloji çalışmaları yaptırarak Anadolu’nun Türkiye’nin bir Türk yurdu olduğunu bilimsel araştırmalarla ortaya koyarken, Türk İslam eserlerine de sahip çıkmış ve Türkiye’deki bizden önceki tüm medeniyetlere de kucak açmış sapına kadar milli duruşu ve evrensel bakışıyla çağının çok çok ilerisinde yer almıştı…
Mesut Şen Hocamızın ifade ettiği gibi “Atatürk olmasaydı Ayasofya şimdi kiliseydi… Sadece Ayasofya da değil, Sultan Ahmed de, Süleymaniye de, Edirne’deki Selimiye de, Bursa’daki Ulucami de belki kilise olacaktı… Hayır mı?… Selânik’te kaç cami kaldı sayın bakalım… Anadolu’yu da, Doğu Trakya’yı da, İzmir’i de, Bursa’yı da, İstanbul’u da, Ayasofya’yı da, Sultan Ahmed’i de, Süleymaniye’yi de, Selimiye’yi de bize geri veren Atatürk’tür…”
VEFAT
21 Aralık 2024ÖNE ÇIKAN HABERLER
21 Aralık 2024İZMİR
21 Aralık 2024GÜNDEM
21 Aralık 2024KAF SİN KAF
21 Aralık 2024KARŞIYAKA HABERLERİ
21 Aralık 2024KARŞIYAKA HABERLERİ
21 Aralık 2024